Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi Erol ŞAŞMAZ
  İSTANBUL İLİ ESERLERİ
  MİMAR SİNAN VE ESERLERİ
  İZMİR İLİ ESERLERİ
  ADIYAMAN İLİ ESERLERİ
  AFYON İLİ ESERLERİ
  AĞRI İLİ ESERLERİ
  AKSARAY İLİ ESERLERİ
  AMASYA İLİ ESERLERİ
  ANKARA İLİ ESERLERİ
  ANTALYA İLİ ESERLERİ
  AYDIN İLİ ESERLERİ
  BARTIN İLİ ESERLERİ
  BALIKESİR İLİ ESERLERİ
  BATMAN İLİ ESERLERİ
  BİLECİK İLİ ESERLERİ
  BURSA İLİ ESERLERİ
  ÇANAKKALE İLİ ESERLERİ
  EDİRNE İLİ ESERLERİ
      Edirne Tarihi Yapıları
      Edirne Camileri
      Edirne Çeşmeleri
      Edirne Hanları
      Edirne Köprüleri
      Edirne Hamamları
      Edirne Türbeleri
  ELAZIĞ İLİ ESERLERİ
  ERZİNCAN İLİ ESERLERİ
  ERZURUM İLİ ESERLERİ
  ESKİŞEHİR İLİ ESERLERİ
  GAZİANTEP İLİ ESERLERİ
  HATAY İLİ ESERLERİ
  ISPARTA İLİ ESERLERİ
  KARABÜK İLİ ESERLERİ
  KARAMAN İLİ ESERLERİ
  KARS İLİ ESERLERİ
  KASTAMONU İLİ ESERLERİ
  KAYSERİ İLİ ESERLERİ
  KIRIKKALE İLİ ESERLERİ
  KIRKLARELİ İLİ ESERLERİ
  KIRŞEHİR İLİ ESERLERİ
  KOCAELİ İLİ ESERLERİ
  KONYA İLİ ESERLERİ
  KÜTAHYA İLİ ESERLERİ
  MALATYA İLİ ESERLERİ
  MANİSA İLİ ESERLERİ
  MARDİN İLİ ESERLERİ
  MERSİN İLİ ESERLERİ
  MUĞLA İLİ ESERLERİ
  NEVŞEHİR İLİ ESERLERİ
  ORDU İLİ ESERLERİ
  SAKARYA İLİ ESERLERİ
  SAMSUN İLİ ESERLERİ
  SİİRT İLİ ESERLERİ
  SİVAS İLİ ESERLERİ
  ŞANLIURFA İLİ ESERLERİ
  TEKİRDAĞ İLİ ESERLERİ
  TOKAT İLİ ESERLERİ
  TRABZON İLİ ESERLERİ
  UŞAK İLİ ESERLERİ
  VAN İLİ ESERLERİ
  YOZGAT İLİ ESERLERİ
  SELÇUKLU HANLARI
  OSMANLI HANEDAN TÜRBELERİ

Mail listemize abone
olun, güncel
yayınlarımızdan
haberdar olun!

Bunun için,
Lütfen mail adresinizi girin.
  Ana Sayfa   |  Üye Kayıt   |  Üye Giriş   |  İletişim   
ESKİ CAMİ – EDİRNE MERKEZ

Hangi isimle anarsanız anın; Eski cami, Ulu cami, Karanfilli cami… Osmanlı’nın varoluş mücadelesinin kardeşler arası taht kavgaları üzerinden verildiği Fetret devrinin çalkantılı atmosferinde, 15. yüzyıl başlarında yapılan bu abidevi cami, maddi ve manevi yönüyle Edirne’nin en kıymetli selatin camilerinden biridir. Günümüzde en yaygın kullanılan adıyla Eski cami; bir parça tarih okumasıyla anlayabileceğimiz üzere, Edirne’ye verilen ehemmiyetin de bir nişanesi olarak karşımıza dikilir.

Fetret Devri ve Edirne

Sultan Yıldırım Bayezid 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’nda Timur’un ordusuna yenilince, Balkanlar ve Anadolu’nun çetin siyasi coğrafyasında kaderini belirlemeye çalışan Osmanlı Devleti için de bir varoluş mücadelesi başlayacaktır. Tarihçilerin Fetret Devri diye isimlendirdiği, Sultan Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında geçen taht mücadelesinin arenası ise Edirne olacaktır.

Babasının Ankara Savaşı’nda yenilmesinin hemen öncesinde Bursa’da olan Süleyman Çelebi, beraberindeki orduyla Edirne’ye geçerek burada sultanlığını ilan eder. Osmanlı Rumeli’ye geçip Edirne’yi fethiyle birlikte Edirne ikinci başkent olarak değerlendirilse de, Bursa’nın politik gölgesi üzerinden eksilmemiştir. Emir Çelebi’nin 1403 yılında sultanlığını Edirne’de ilan etmesi, Rumeli’de Timur ordularından uzak olmak gibi bir garantici anlayışın yanında Edirne’nin artık politik yönden de Bursa’nın etkisini kırdığı bir sürece işaret eder. Kardeşleri Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi önceleri ağabeyinin sultanlığına biat ederler. Süleyman Çelebi’nin 7 buçuk yılı aşkın saltanatı Musa Çelebi tarafından katli ile son bulur.

Süleyman Çelebi Edirne’de eski saraya ( Saray-ı Atik ) eklemeler yapar. Eski Cami’nin inşası da onun sultanlığının ilk senesi olan 1403 yılında başlayacaktır. 1410 yılında kardeşi Musa Çelebi’nin 3 yıl civarı sürecek sultanlığı başlayacak, yeni sultan da Eski Cami’nin ağır aksak giden inşasını devam ettirecektir. Musa Çelebi Edirne’de kendi adına hutbe okutup, para bastıracaktır. Ne var ki, onun da sonu kardeşi elinden olacak, 30 bin kişilik orduyla karşısına dikilen Mehmet Çelebi tarafından, Çatalca yakınlarında yapılan savaşta yenilip öldürülecektir.

Çelebi Mehmet tarihte I. Mehmet olarak bilinir ve bazı tarihçiler onun ismini Osmanlı Sultanları arasında saymayı uygun görürler. Fetret Devri’nin taht kavgalarını sonlandıran Çelebi Mehmet, Şeyh Bedrettin isyanını bastırarak Osmanlı’daki son karışıklıkları da kontrol altına alır. Devleti yeniden derleyip toparlayarak adeta nekehat döneminden kalkan bir hasta gibi Osmanlı’yı ikinci defa ayağa kaldırır. O da diğer kardeşleri gibi eski saraya yeni eklemeler yapar. Edirne onun döneminde Bedesten, Sarı Cami ( Zaviye ), Timurtaş ( Demirtaş ) Camii gibi yeni yapılar kazanırken, Emir Süleyman zamanında yapımına başlanan Eski Cami nihayet 1414 senesinde, yine onun döneminde bitirilecektir.

Fetret Devri’nin bu üç önemli şahsiyetinin naaşları o güne dek Osmanlı padişahlarında gelenek olduğu üzere manevi payitaht addedilen Bursa’ya nakledilmiş, burada yapılan türbelerde toprağa verilmiştir.

Eski Cami ( Ulu Cami )

Eski Cami’nin yapımına Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi zamanında, 1403 yılında başlanmış; bir diğer oğlu olan Çelebi Mehmet döneminde, 1414 yılında bitirilmiştir. Bursa tipi çok kubbeli yahut çok mekanlı olarak değerlendirilen camiler grubuna giren bu abidevi yapının mimarı Konyalı Hacı Alâeddin, kalfası ise Ömer İbn-i İbrahim’dir.

Bir külliye camii olarak inşa edildiği değerlendirilen ve bu sebeple Ulu Cami ismiyle de bilinen yapılar topluluğundan günümüze sebili ve bedesteni ulaşmış; muvakkithanesi ve medresesi ise ne yazık ki ulaşamamıştır.

Osmanlı’da aslında camilere bizatihi isim verme geleneği yoktur. Genel eğilim halk arasında banisinin adıyla dillendirilmesi yahut öne çıkan özellikleriyle anılması şeklindedir. Bu sebepledir ki; döneminin en büyük camisi olması hasabiyle Ulu Cami, Emir Süleyman döneminde yapımına başlanması sebebiyle Süleymaniye Camii, kendisinden sonra büyük ve yeni camiler yapıldığı, aynı zamanda şehrin en eski ulu camisi olduğu için Eski Cami adıyla anılır. Evliya Çelebi’nin anlatımlarından da haberdar olduğumuz üzere; halk arasında Karanfilli Cami diye adlandırılmasına sebep olarak, namaz vakitlerinde cemaat arasına karanfiller konularak caminin misler gibi kokması gösterilir.

Merkezi kubbeyi taşıyan dört ana paye çeşitli geçişlerle dış duvarlara aktarılır ve bu haliyle yapının üzerinde dokuz kubbe yer alır. Yaklaşık 13 metre çapındaki kubbelerin altına düşen payeler arasındaki hücreler bu haliyle kare planlı bir görünüme sahiptir. Ortadaki kubbe diğerlerine göre bir parça yüksek tutularak vurgulanmıştır. Cami taç kapısının girişine denk düşen kubbenin üzerinde ise bir aydınlık feneri göze çarpmaktadır.

Camiye biri kuzey eksenindeki taç kapıdan olmak üzere, doğu ve batı yönündeki iki ayrı kapıdan daha girilir. İki yandaki bu girişlere yakın konumlanmış olan kuzeydoğu köşesindeki minare döneminde yapılan minaredir ve tek şerefelidir. Kuzeybatı köşesinde bulunan ve camiye vakıf olarak aynı dönemlerde bitirilen Bedesten Çarşısı’na bakan minare ise çift şerefelidir. II. Murat döneminde yapıya eklenmiştir. Bu şerefelere, çıkanların birbirini görmediği iki ayrı merdivenle ulaşılır.

Son cemaat yerine ise ak mermerden bir ana kapı ve doğu yönünde Selimiye meydanına açılan bir başka kapı ile girilir. Son cemaat yeri beş bölümlüdür ve ortadaki bölümün üzerinde bir kubbe yer alır. Bu bölüm caminin taç kapısına ulaşacak şekilde daha düşük kotta tutulmuş ve iki yanında son cemaat yeri daha yüksekçe vurgulanmıştır. Tarih boyunca yangınlar ve depremler gören Eski Cami çeşitli dönemlerde ciddi onarımlar görmüştür.

Eski Cami’nin Yazısı

Edirne’deki Selatin camilerine dair bir tekerleme kabilinde söylenen bir laf vardır : “Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli’nin kapısı, Eski Cami’nin yazısı…” Gerçekten de, Eski Cami daha son cemaat yerine vardığınız andan itibaren ruhu kuşatan hat örnekleriyle sizi kendine çeker. Son cemaat yerinin bir kanadında duvarda büyük harflerle Allah ( cc ), diğerinde Hz. Muhammed ( sav ) lafzı yer almaktadır. Camiye yaklaşanları çok ötelerden bile kendine çeken bu hat örnekleri aslında, gelenleri içeride karşılayacak olan diğerlerinin daveti gibi caminin son cemaat yeri duvarlarına nakşedilmiştir.

Taç kapıdan içeri girince ilk göze çarpan paye ve cami beden duvarlarındaki büyük hat örnekleridir. Bunların içinde “vav” harfi, tasavvufi manalarının tümünü yüklenerek çok yerde karşımıza çıkar. Bunun haricinde, caminin içinde hüsn-ü hat sanatıyla yazılmış birbirinden güzel Esma-ü Hüsnalar, Aşere-i Mübeşşereden ve Hulefa-i Raşidinden isimler ile Kur’an dan sureler ve hadis örnekleri yer almaktadır.

Eski Cami’nin Meşhurları ve Rivayetler

Yukarıda bahsettiğimiz üzere hat örnekleri kadar, Eski Cami’yi çekim merkezi yapan başka fiziki özellikleri ile bir dizi rivayet ve gelenek ekseninde kendini ortaya koyan manevi bir ruh iklimi vardır. Tüm bu özellikler, Edirne’de Selimiye’den sonra Eski Cami’yi en çok ziyaret edilen ibadet mekanı olarak öne çıkarır.

Caminin ortasına doğru konumlandırılmış müezzinler mahfeli Edirnekari ( Edirne işi ) bezemelere sahiptir. Mahfelin üzerine ulaştıran döner merdivenin sonunda, müezzinlerin piri Hz. Bilal’in ( ra ) adının bulunması ona duyulan derin saygıdan ötürüdür.

Nakkaş A.Molla Mustafa’nın elinden çıkan ak mermerden oyma minberde, Bakara Suresinin son iki âyeti “Âmenerrasulü” nakşedilmiştir. Evliya Çelebi bu minberden bahsederken “Gayet sanatlı !” demeyi tercih etmiştir. Büyük bir sabrın yansıması olan bu incelikli minber, bayram ve Cuma namazlarında sürdürülen “minbere kılıç kuşanarak çıkma” geleneğinin mekanı oluşuyla da başka bir anlam yüklenir. Fethedilerek alınan beldelerde hutbeye çıkarken kılıç kuşanmak, Osmanlı’da sürdürülmüş bir gelenektir. Hutbenin 20 sünnetinden biri olan bu uygulamaya göre, hatip minbere çıkarken sol elinde kılıç taşır ve minberde bu kılıca yaslanarak hutbe verir. Öte yandan, Osmanlı padişahlarından II. Ahmet ve II. Mustafa’nın kılıç kuşanma törenleri de Eski Cami’de yapılmıştır.

Minber ile mihrap arasındaki yan duvarcıkta, halk arasında “Kabe taşı” diye bilinen bir taş bulunur. Hata çoğu kişi bu taşı Hacer’ül Esved’den bir parça zannederek büyük bir yanılgıya düşerler. II. Murad Han zamanında buraya yerleştirildiğine inanılan bu taş, Kabe’yi tavaf edenlerce son selam taşı olarak bilinen “Rükn-i Yemani” taşıdır. Kabe’nin Yemen yönüne bakan köşesinden düşen bir taş parçasının, Kabe imamının gördüğü bir rüya üzerine o dönem İslam coğrafyasının Rum diyarına uzanan serhat boyu olan Edirne’ye hediye gönderilir. Sultan II. Murad Han’ın, Rükn-i Yemani’den bu parçayı kendi elleriyle buraya yerleştirdiğine inanılır. Kabe’ye duyulan saygı üzerine ona da saygı gösterilir.

Mihrap incelikli mukarnaslarla süslenmiştir. Mihrabın üzerindeki kubbede İhlas suresi ile birlikte Edirne’de sürdürülen bir sabah namazı geleneğinin kaynağı olarak görülen bir hadis-i şerif yer alır. Enes bin Malik’ten(ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim sabah namazını cemaatle kılar, güneş doğana kadar Allah’ı zikreder ve sonra iki rekat namaz kılarsa, o kimseye hac ve umre sevabı vardır.” Bu hadisteki mananın peşinde koşan cemaat sabah namazından sonra güneş doğana kadar dağılmaz, zikirle meşgul olur, kuşluk namazı kılıp öyle dağılırlar.

Eski Cami içerisinde padişahların namazlarını eda ettikleri yer olan bir hünkar mahfeli bulunur. Caminin kuzey beden duvarına bitişik kadınlar mahfeli ise ahşaptandır.

Camide iki tane vaaz kürsüsü bulunur. II. Murad Han döneminde İslam büyüklerinden Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin bu camide bir dönem vaaz vermiştir. Onun Edirne’den ayrılışından sonra bu kürsüye çıkmak isteyen vaizlerin dillerinin lal kesildiği, bu sebeple başka bir vaaz kürsüsü yaptırıldığı söylenir. Hacvı bayram-ı Veli hazretlerine ait olduğu rivayet edilen bu kürsü o vakitlerden sonra bir daha hiç kullanılmaz.

Hacı Bayram Veli hazretlerinin Eski Cami’de bulunduğu günlere dair bir rivayet ise caminin kıymetine kıymet katacak bir mana yüklenir. Beşir Çelebi Fatih Sultan Mehmet Han’ın tarihçilerindendir ve şöyle bir rivayeti nakleder : Hacı Bayram-ı Veli hazretleri bir sabah namazı vaktinde camiye girer ve orta kubbe altında ibadetle meşgul olan Hz. Muhammed’i ( sav ) görür. Rivayete göre Efendimiz kendisine: “Bu cami benimdir, burada ümmetimle birlikte olurum. Ya Şeyh! Zinhar bu makamı hali görmesinler. Dâim gelip bunda hacet dilesinler!” der.

Burada bir parça durup, Edirne’nin pek çok camiinde karşımıza çıkan rivayetlerden bir diğerine daha kulak verelim. Rivayet odur ki, Çelebi Mehmet caminin yapımı bitince Edirne erenlerinden, aynı zamanda bir hattat olan ayakkabı tamircisi Eskici Baba’nın huzuruna gelir. “Efendi hazretleri, eser artık sizindir !” diyerek davette bulunur. Eskici Baba camiye gelerek bir kazan dolusu kara katran boya hazırlatır. Başlar camiyi boyamaya. Fırçasını her kazana batırdıkça caminin neresinde ne kullanılacaksa o renge dönüştüğü gözükür. O vakitten sonra adı “Boyacı Baba” diye anılır.
Yıldırım Bayezid Han oğlu Emir Süleyman tarafından 1403 senesinde yapımına başlanmıştır. Ölümünün ardından cami inşası 1414 yılında Çelebi Mehmet zamanında tamamlanmıştır. Caminin yan kapısı üzerinde yer alan kitabeye göre Mimarı Konyalı Hacı Alâeddin ve kalfası İbrahim oğlu Ömer’dir. Kare plan iç mekân 2116 m2’dir. Üzeri dokuz kubbeyle örtülüdür. Bu bakımdan çok kubbeli camiler gurubuna girmektedir. Caminin kuzey köşesinde, camiyle birlikte yükselen tek şerefeli minare camiyle birlikte düşünülmüştür. Caminin batı köşesinde diğerinden daha yüksek ve iki şerefeli olarak tasarlanan müstakil minare sonradan Çelebi Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılmıştır. Bu minarede şerefelere ayrı merdivenlerden çıkılmaktadır.
Cami, Üç Şerefeli Cami’nin yapılmasının ardından Eski Cami adını almıştır. Mermer minberin yan yüzleri rumi ve geometrik desenlerle süslenmiştir. Ayrıca bir tarafında ayet yazı kuşağı bulunmaktadır. Şehrin ilk ulu camii olması bakımından minberinde hep fethin sembolü olarak sancak asılı olmuş ve protokol törenleri burada yapılmıştır. Osmanlı Padişahlarından III. Mustafa ve II.Ahmet bu camide kılıç kuşanmışlardır. Bu geleneği simgesel de olsa yaşatmak için bugün bile Cuma Hutbelerine imamların Kılıç ile çıkma sebebi budur. Hacı Bayram Veli II. Murat döneminde Edirne'yi ziyaret etmiş ve Eski Camide vaaz vermiştir. Hacı Bayram Veli'nin anısına duyulan saygı nedeniyle Vaaz Kürsüsü imamlarca kullanılmaz.
Peygamber Efendimizin Sahiplendiği Edirne Ulu Cami
Edirne’nin en manevi camilerinden biri olan eski cami, minarelerinde nidalanan çifte ezanlar, minberinde okunan kılıçlı hutbeler, duvarlarında celi sülüs ile yazılı hadisler ve Esma-ül Hüsna ile size kendini okutturur. Edirne’nin ortasında çilingirler çarşısının Selimiye camisine çıkış bölümünde bulunan bu değerli cami Osmanlının fetret devri ulu camilerinin ilkidir. Dört paye üzerine yerleştirilen dokuz kubbeli ve üç kapılı bir camidir.
Caminin yapımına 1403 yılında Yıldırım Beyazıt-ı Veli’nin çocuklarından Emir Süleyman döneminde başlanmış, Devlet-i Osmanî’nin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet döneminde (1414) tamamlanmıştır. Caminin Mimarı Konyalı El Hacı Alâeddin ve Kalfası Ömer İbn-i İbrahim’dir. Kitabeyi okuyup içeri giren misafirler için Eski Caminin en güzel hediyelerinden birisi Evliya Çelebi’nin de dediği gibi, namaz vakitlerinde her saf arasına konulan karanfillerin misk-i amber gibi kokmasıdır.
Halk arasında karanfil kokmasından dolayı Karanfil Camii, dönemin en büyük camisi olmasıyla Ulu Cami, Emir Süleyman’ın yapımına başlaması dolayısıyla Süleymaniye Camii, şerefelerinin sayısı sebebiyle Üç Şerefeli Cami ve şehrin en eski camisi olması itibariyle Eski Cami gibi isimlerle anılır. Edirne de cemaati en bol olan camilerden biridir.
Ziyaretçiler tarafından vazgeçilmeyen yerlerden biridir, bu vazgeçilmeme özelliği ise içerisinde bulundurduğu güzelliklerdendir. Bu güzellikler:
Kâbe’den getirilmiş olan Rükn-ü Yemâni taşından bir parça olması,
Caminin içerisindeki celi sülüs ve hat yazılarının bulunması,
En eski minberin olması ve minberde kılıçla hutbe verilmesi
Ana ön kubbede yazılı olan hadis-i şerif’in manasından dolayı bir geleneğin devam etmesi
ve son olarak, Hacı Bayramı Veli’nin kürsüsünün bulunması görülmesi gereken güzelliklerdir.

Cami sizi iki minareyle karşılar ki bu minarelerin birincisi tek şerefeli tek yollu, ikincisi ise iki şerefeli iki yolludur, ikinci minareye iki müezzin birbirini görmeden farklı yollardan çıkıp o çifte ezanı şerefelerden okumaktadırlar.
Daha caminin girişindeki o büyük harflerle yazılmış olan Allah(cc) ve Hz. Muhammed(sav) lâfzı sizi içeriye çekmek için küçük bir hediyedir.
Caminin dergâh kapısından iç mekâna girdiğiniz zaman en göze çarpan yönü, duvarlarındaki hat yazılarıdır.
Caminin içerisinde bulunan bu yazılardan en ilgi çekeni ise “vav” harfleridir. Öyle ki vav harfleri caminin içerisinde size buraya neden geldiğinizi, “abd-kul” olmanın ne anlam ifade ettiğini anlatmaktadır. Caminin ana orta kapıdan içeri girdiğinizde sağ tarafındaki duvarında iki vav harfinin karşı karşıya geldiğini görürsünüz. İşte bu iki vav, size Hz.Mevlâna’nın o tevazulu oturuş şeklini göstermesinin yanında, (İttaku’l vâvat) nasihatini hatırlatır: Allah Resülü bizleri sorumluluğu olan şeylerden sakınma noktasında uyarıyor ve “Vavlardan sakının!” diyor. Birinci vav, “Vâlideyn” hakkına (anne ve baba hakkı) riayet edilmesi gerektiğini ifade eder. İkincisi ise “vakıf” hakkıdır.
Karşılıklı duran bu iki vav’ın diğer bir özelliği ise bir vav’ın ebced hesabında 6 rakamına denktir ki, bu yönüyle aynı zamanda imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir ve iki vav’ın karşı karşıya gelmesi de altmış altı rakamını gösterir. Bu da bize “Allah” lafzının ebced hesabında olan altmış altı karşılığını verir. Yani iki vav karşı karşıya geldiğinde “Allah” lafzına işaret eder.
Belki gözünüzü alamayacaksınız ama zamanınızın da kısıtlı olduğunu bilerek o güzel halıların üzerinde kıbleye doğru hareket edeceksiniz. Daha birkaç adım atmadan sizi karşıda öyle güzel ve büyük bir vav karşılar ki, bu vav da size bazen bir insanın secdedeki halini, bazen ise bir ceninin anne karnındaki oturuş şeklini anlatır. Buradaki vav harfine mana ile bakmaya çalışanlar Allah’ın Esma-ül Hüsnâ’sında olan Vahdaniyeti ihtiva etmesi yönüyle de Allah’ın birliğini ifade eder. Yine buradaki vav harfi “fevelli Vecheke…” ayetindeki vav harfini bize hatırlatır; “Haydi yüzünü Mescidi-i Haram’a (Kâbe’ye) çevir!” (Bakara Suresi 144,149 ve 150. Ayetler)
Vav bunlarla da kalmayarak sizlere insanın vav şeklinde doğmasını, elif şeklinde kabre girmesini anlatır. Bu anlatımı caminin içerisinden çıkarak peygamberlere kadar uzanır; Hz.Musa vav olmuştur ama Firavunun gözü mertekte kalmıştır. Hz.İbrahim ateşte vav’dır, Nemrut ise ateşe odun olmuştur. Hz.Yunus, vav olup balığın karnından kendini kurtarmıştır.
Bu kadar manayı kaldıramayan ziyaretçiler bir köşe bulup dinlenmek ister bu mütevazı camide. İşte o vakit de fırçaların ve boyaların elinde can bulduğu o devasa hattat gelir akıllarına. O hattat ki Edirne’nin erenlerinden bir ayakkabı tamircisi olan Eskici Babadır.
Padişah Çelebi Mehmet caminin inşası tamamlandıktan sonra onun ayağına giderek “Efendi Hazretleri artık eser sizindir!” der. Eskici Baba da camiye giderek bir koca kazan kara boya hazırlatır ve velayet kerametiyle fırçasını kazana batırıp, ne renk arzuluyorsa, kubbelerde o renk yazı ve süsler olurmuş. Bu kerameti karşısında adı Eskici Baba iken artık halk arasında Boyacı Baba olmuş.
Bir ara nefesinizi derinden alıp önünüze baktığınızda burada eski bir minber görürsünüz ve dayanamayıp elinizi işlemeler arasında bir gezintiye çıkarsınız. Gezintiye çıktığınız yer halk arasında “Cennet Deresi” olarak adlandırılır. Yine burası Hızır Aleyhisselam’ın namaz kıldığı yer olarak da bilinir.
600 yıllık bu minberin üzerinde oyularak yazılmış olan Bakara Suresinin son iki âyeti “Âmenerrasulü” vardır. Süslemeler nakkaş A.Molla Mustafa’nın el yazısıdır. Bu yazının o dönemde sabırla nasıl yazıldığını düşünürken siz, minbere her Cuma ve Bayram namazında hutbeyi kılıçla vermek için çıkan imamı hatırlarsınız. İmamın minbere kılıçla çıkma nedeninin burada daha önce yapılan kılıç kuşanma törenlerinden kaynaklandığını sanırsınız. Oysaki hutbenin 20 sünnetinden birinin de harple alınan her beldede hatibin sol elinde bir kılıç bulunup, hutbeyi ona dayanarak okuduğunu camii içerisinde sizlere hatırlatırlar.
Evliya Çelebinin “gayet sanatlı” dediği minberin çevresine göz atmaya başladığınız zaman küçük bir pencereden gelen o enfes ışığa gözünüz takılır. Sanırsınız ki, bu ışık bir nurdan ibarettir. Evet şu an da gelip durduğunuz kısım Kabe’deki Rükn-i Yemâni denilen köşeden bir parçanın olduğu yerdir. Efendimizin(sav) işareti üzerine Sultan II. Murad’ın yani: “Zamanında ulemâ ve sulehâ ve fukara müreffeh ü’l-hâl ve muntazamü’l-ahvât ve Ebülhayrât (hayırların babası)” unvanına layık olan padişah, eski caminin mihrabının sağına bu parçayı yerleştirir. Son selam taşı olarak ta bilinen Rükn-i Yemani günümüz de ziyaretçilerin ilgi odağıdır.
Son selamı son selam taşına (Rükn-i Yemani) verdikten sonra mihrabın önünde durursunuz. Mihrap gayet güzel mukarnaslarla süslenmiştir ve ilgi çeken yanı ise “mihrabın dışı ile içinin aynı olması”dır. Yani "insanın iç dünyasının simasına vurduğunu" simgelemektedir.
Mihrabın hemen üst tarafında bulunan caminin en ön kubbesi olarak ta adlandırılan o üçgen çizgili kubbenin ortasında “İhlâs suresi” yazılıdır. Bu kubbede cami kendini sizlere bağlamak için bir hadis-i şerifi sizlerle paylaşıyor. Bu öyle bir hadis ki; burada artık bir yaşam tarzı haline gelmiştir: Enes bin Malik’ten(ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim sabah namazını cemaatle kılar, güneş doğana kadar Allah’ı zikreder ve sonra iki rekât namaz kılarsa, o kimseye hac ve umre sevabı vardır.” Bu hadisin manasını bilen gönül insanları sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğana kadar burada kalıp Allah’ı zikrederler. Camiden çıkmadan öncede duha-kuşluk namazını kılıp bir hac ve umre sevabı alırlar. Tabii ki bu sadece bu cami için söylenen bir hadis değildir. İnsanlar bunu her yerde uygulayabilirler. Lakin Edirne Eski Camide daha bir aşkla uygulandığını sizlerle paylaşmış olalım.
Hemen karşınızda göreceğiniz ve Edirnekâri ile bezenmiş müezzin mahfili sizi etkiler ve hatta çıkarken o döner merdiveninin işlemeleri sizi kendine âşık ettirir. Tam olarak üzerine çıktığını vakit girişinde Hz.Bilal’in(ra) isminin yazılı olması da derin bir anlam ifade etmektedir.
Caminin engin mısralarında anlatmak istediğimiz kutsi tecellinin, kendini had safhada gösterdiği bu serhat şehrinde, hayallerin ötesinde buluşmak isteyen can ve cananlar için “kalplerin en iyi ve en kudretli bir biçimde attığı yer” diyor ve bu duygu ve düşüncelerle eski caminin hünkâr mahfilinin önünden geçiyoruz.
Hünkâr Mahfili camilerde padişahların namaz kılmaları için yapılmış özel bir bölümdür. Padişahların can güvenliği için yapılan bu yapı aynı zamanda bir saygı mahfilidir. Padişah halkın arasından mahfile doğru yürürken halk, hürmete binaen ayağı kalmak ister oysa padişah “Allahın evinde sadece Allaha saygı duyulur!” deyip herkesten önce camiye gelerek hünkâr mahfilinde namaz saatini bekler. Yoksa “namazda bir hamalla bir padişahın farkı yoktur!”
İnsanlar arasında Allah’ın evinde fark yoktur ama Allah katında insanlar arasında “kulluk farkı” vardır. İşte buradan da hareketle karşınıza çıkan bir kürsü ve üzerinde yazan bir yazı sizi alıp götürecektir mana âlemine. Buradaki yazı size burasının makamının Hacı Bayram-ı Veli’ye ait olduğunu söyler. Bu kürsüye Hacı Bayramı Veli’den sonra gelen hatiplerin dillerinin tutulup lâl-ü ebkem kesildikleri ve bu kürsüden inip başka bir kürsü istedikleri söylenir. Onun makamına hürmeten camide iki kürsü mevcuttur.
Fatih Sultan Mehmet Hanın tarihçilerinden Beşir Çelebi’nin naklettiğine göre; Hacı Bayram-ı Veli Edirne’ye II.Murat tarafından getirildikten sonra; bir gün, Eski Cami’ye gider. Camiye girdiğinde, orta kubbenin altında ibadetle meşgul olan Hz. Muhammed’i (sav) görür. Peygamber Efendimiz kendisine: “Bu cami benimdir, burada ümmetimle birlikte olurum. Ya Şeyh! Zinhar bu makamı hali görmesinler. Dâim gelip bunda hacet dilesinler!” der.
Caminin içinde birbirinden güzel Esma-ü Hüsnalar, Aşere-i Mübeşşereden ve Hulefa-i Raşidinden isimler hüsn-ü hat sanatıyla yazılmıştır. Bu yazıların diğer camilerdeki yazılardan farkı ise sahabilerin kendi şanları da yazılmıştır. Bunlarda bir tanesi Hz.Ali için Kerremallahü Veche(ra)dır.

Başınızı döndüren o pâyelerin üzerinde yazan yazıları okurken adımlarınızı atmak isteyip de atamadığınız bir zamana ilerliyorsunuz. Çünkü şeb-i hicrânınız yaklaşmıştır.
O anda Fuzûli’nin bir mısrası aklınıza gelir: “Değildim ben sana mâ’il, sen ettin aklımı zâ’il!”

KAYNAK: TRAKYA GEZİ
FOTOĞRAFLAR: EROL ŞAŞMAZ
ESKİ CAMİ – EDİRNE MERKEZ Fotoğraf Galerisi